13 Temmuz 2016 Çarşamba

ve diğer bölümler..

ne hoş değil mi, parça pinçik edilmiş, zaman içinde didikleniş yazılar... ama o kadar da hoş değil o şekil insanlar..

Bölüm 2: En başı..

Elbette bunları yaşamış olmamın da bir sebebi var… Onu da ilk yazdıklarımda buldum.. Unuttuğumdan değil, eksik ifade etme korkusundan.. Çok da uzatmadan:

3 Haziran 2008

………………..topladım çıkardım hatta çarptım bile.. hiçbir duygu onunkinin yanına yaklaşamadı.. hiç bir yüz onunkinin yanına yanaşamadı.. elinin tersiyle itti kim var kim yoksa.. öyle bir kapladı ki boşluklarımı - fill in the blanks hesabı - ya giderse diye düşünüyor insan.. durduğu yerde saçmalıyor.. en küçük bi lafından alınıyor.. onu kırmaktan deli gibi korkuyor.. ……. içine yayılmış bu engini çıkarıp yanına koymak istiyor geceleri uyurken.. bakıyor.. bakıyor.. bakıyor..

……..

öyle çok şey öyle çok duygu var ki yazacak.. kelimelerim tükenmezdi.. kalemlerimden beter.. bırak sayfalarına yazayım doya doya.. bitireyim tüm defterlerini.. ……….sen iyi ol.. sen hep iyi ol.. artık kötü bir şey olmasın benim kalbimin röntgenlerinde.. sen engin ol bende... kalp yetmez, ruh kesmez.. sen kanıma karış benim.. dolan dur bedenimde.. derste, evde, süt içerken, koşarken.. gel yanımda...

ve sonra..
sonrasını bilemem ki.. sonrasını düşünemem ki.. "gün"dür getirecektir eninde sonunda.. göreceğim vardır yaşayacağım da.. bugünümü doldurduğun gibi yarınımı da doldur.. yarınımı taşır hatta.. mutsuzluk da beklerim varsa yolda.. canın sağ olur.. nolur ki başka.. adını hatırlayamadığın tüm şarkılar benim, unuttuğum ne var ne yoksa enginde değil mi ne de olsa..

böyle yazarken yazarken duracak gibiyim şimdi... içim duracak gibi.. içim durduğunda söyleyin dünya da dursun olur mu.. kaçıracak bir an'ım olmasın diye..

anlaşılıyorum di mi..

dibinin notu: bir süre yazmayacağım sanırım..

Gazeteyi bile tersten başlarım okumaya, dolayısıyla bu kronolojik terslik sorun olmamıştır umuyorum..

Bölüm 3: Present Tense..

Ne var ne yoksa, ne kadar da çok zaman geçti üstünden… Çok da değişmedim ben, biraz daha az konuşuyor olmak ya da mutsuz olmamayı mutluluk saymak dışında.. Ölmediğimiz müddetçe yaşıyoruz sonuçta.. 31 idim.. 32 oldum… ben de herkes gibi “bir bir” artarken 39’u az geçe yeniden çıktın karşıma, bilinç altının senden habersiz attığı bir mesajla… Yazdığın 5-6 satırdan ya da konuştuğun 15 dakikadan mutsuzluğunu ya da bıkkınlığını anlamak zor değil.. İnsan su misali konulduğu kabın şeklini almıyor ne de olsa, sana da olmamışsa tuhaf değil.. 

Beni sorarsan, tüm hesaplaşmalarımı sen olmadan bitirebildim.. telefondaki ses bana yıllar önce 
“size aşık mıydı” dediğinde ışıklar sönmüştü… 
“bilmiyorum, ona sorun.. değildi herhalde.” 

Şimdiyi sorarsan, ben sana asla zarar vermem, sen de zararı verdin zaten.. bir insanın kötü yüzünü gördüğünde sonrasında karşında hep yalın, hep çıplak.. hep sadece saf “kendi” olarak kalabiliyor… zarar geçmiş gitmiş bir kere..

Söyleyeceğin bir şey var mı dersen.. sabaha kadar konuşabilirim seninle… 
Sabah kadar yazmaya ise gerek yok.. bu yazı bitmek üzere..

Bölüm 4: Sorular.

17 Mayıs 2016 

Peki ya annen.. ablan ve yeğenin iyiler mi..
Peynir hala arkadaşın mı..
Yaptığın yumurtalar hala mı kötü oluyor…
Kaç yıl oldu “once” soundtrack dinlemeyeli..
Keith Jarrett konserine gittin mi…
Doğum gününde bayraklar yarıya iniyor diye üzülen çocuk yaşıyor mu içinde?


Mutluluklar seninle olsun, her ne istiyorsan hayatın onunla dolsun..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder